OCAK KÖYÜN UNUTULMAYACAK MİMARLARI (SOLDAKİ AŞIR ŞİMŞEK SAĞDAKİ MUSTAFA GÜRER)
Yukarıya başlık olarak aldığımız "iz bırakanlar" sözünü, kişilerin hayır işlerine yönelik olarak yaptıkları hizmetler topluluğu anlamında kullanıyoruz. Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy, "iz bırakmak" konusunu, dizelerinde ne güzel işlemiş.
Bir canlı izin varsa şu toprakta silinmez
Ölsen seni sırtında taşır toprağın altı
Ey gölgeden ümmid-i vefa eyleyen insan!...
Kaç gün seni hatırlatacaktır şu karaltı?...
Hz. Muhammed de, iz bırakanları manevi yönden müjdeleyen bir hadisinde, şöyle buyuruyor:
"İnsanoğlu öldüğü vakit amel defterleri kapanır. Ancak şu hallerde amel defteri kapanmaz, devam eder.
- İnsanın hayatta iken bıraktığı Sadaka-i Cariye.
(Cami, çeşme, okul, hastane, köprü ve benzeri gibi eserler bırakması.)
2. Kendisinden yararlanan bir ilim
(Herkesin yararlanacağı bir kitap yazması, veya yeni bir buluşu gerçekleştirilmesi gibi.)
3. Kendisini hayır dua ile anacak yararlı bir evlat bırakması"
Böylece Hz. Peygamber, iz bırakmak konusu ile ilgili olarak, ölüm olayı ile insanoğlunun, dünyaya açılan bütün pencerelerinin kapanacağı gerçekliğine dikkat çekiyor. Ancak, kişinin dünya hayatında iken yaptığı bazı belirli hayır işleri nedeniyle, öldükten sonra da, amel defterlerinin açık kalacağını ve Allah katında derecesinin artarak devam edeceğini haber veriyor.
Manevi açıdan iz bırakmanın anlamına değindiğimiz bu kısa girişten sonra, şimdi de, Ocak Köyü'ne yaptıkları hizmetleriyle iz bırakanlardan söz edelim.
Hemen belirtelim ki, Ocak'ta en parlak izi, köyün kurucusu HIDIR ABDAL SULTAN bırakmış... Aradan yediyüz yılı aşkın çok uzun bir süre geçmesine rağmen, hiç unutulmamış... Türbesi binlerce insanın ziyaretgahı olmuş. Yüzyıllar boyu çoğalan saygı ve sevgi yumakları birbirine eklene eklene günümüze kadar gelmiş... Daha sonraki kuşaklar da, karınca kararınca arkalarında yararlı izler bırakarak göçüp gitmişler. O dönemlerde bırakılan izlerin en önemlisi de, köyün ağaçlandırılarak yeşile kavuşturulması. Bu cümleden olarak dinimizin ağaca ve yeşil bir yaşama verdiği önemi bilen atalarımız, ağaç yetiştirmeyi benimsemişler... Günümüzde, köyün önünde seki seki uzanan bahçeleri, çevrenin iklim koşullarına uyarır meyve ağaçlarıyla süsleyerek, sonraki kuşaklara ulaştırmışlar ...
İslamiyette ağaca verilen önemi, Hz. Peygamber; "Kıyamet kopacağı zaman bile, elinizde bir fidan bulunuyorsa, onu hemen dikin." hadisi ile açıkça belirtmiş ve Müslümanlara ağaç dikmelerini öğütlemiştir . Yine Resullah'ın verdiği bilgiye göre, dikilen ağacın meyvesinden ve gölgesinden insanlar ve diğer canlılar yararlandığı sürece, onu dikenin sevap defterinin kapanmayacağı, kendisi öldükten sonra da Allah katında derecesinin yükseleceği müjdesi verilmiştir.
Ağaç yetiştirmeyi bir ibadet olarak kabul eden atalarımızın, aynca Hıdır Abdal Sultan Türbesi bahçesinde yetiştirdikleri dut ağaçları ise çok yaşlanmış ve anıt ağaç niteliğini kazanmışlar... Yüzyılların ağırlığı bellerini bükmüş... Gövdeleri ikiye ayrılmış. Hıdır Abdal'ın diktiği söylenen "Karadut"..., Adını, diktiği Çolak'tan alan "Çolağın dutu"..., Kesilen kurbanların gövdesine asıldığı "Beyazdut"..., Çok lezzetli meyvesi ile ün yapan "Hurma"..., Günümüzde ata yadigarı "Anıt Ağaçlar" ve köye iz bırakılan anılarıyla yüklü olarak yaşamlarını sürdürüyorlar .
Avrupalı bir yazar, " Her büyük ağaç, gizli bir çeşme, hayata bağışlanmış yeşil bir anıdır." demiş. Türbe meydanındaki çınar ağacı, Avrupalı yazarın bu özlü anlatımına ne güzel uyuyor. Bu çınar, 1931 yılında Muharrem Erkul tarafından dikilmiş... Yıllar boyu durmadan uzamış, kol budak salmış... Türbe çevresini kucaklayarak, Avrupalı yazarın deyimi ile, gerçekten yeşil bir anıt olmuş... Bunun sonucu olarak da, Muharrem Erkul'un mezar taşına;
Tekke önünde bir ulu Çınar
Her gelen ruhuna Fatiha sunar
dizeleri yazılmış. Böylece Muharrem Erkul'da, köyde iz bırakanlardan biri olmuş.
Ağaç, okuduğumuz kitap, ve gazetemizdir. Okul çağındaki yavrularımızın defterleri, kalemleridir. Çocuğumuzun beşiği, yuvamızın eşiği, çorbamızın kaşığıdır. Ölümüzün tabutu, ocağımızın yakıtıdır. Bunu bilen atalarımız, köyün uzağındaki akar su başlarında, büyük çabalar vererek ağaç yetiştirmişler. Yazpınarı, Hanımpınarı ve Şimşek Dede ve bilmediğimiz daha birçok çeşme başlarında, yaz günlerinde gölgesine sığındığımız ağaçlar yükselmiş...
Yoksulu, dertlisi çok olan yerde
Her şeyi sellerde yok olan yerde
Yakacağı tezek, kök olan yerde
Ağaçtan mukaddes ihsan olur mu?
-Kemal Gönen-
Şu küçük fıkra da, Falih Rıfkı Atay'ın "Çankaya" adlı kitabında geçer . Atatürk ile Kurmay Başkanı İsmet Bey, Diyarbakır çöllerinde atla gidiyorlarmış. Mustafa Kemal:
-Çabuk bana bir yeni din bul!
-Ağaç dini... Bir din ki, ibadeti ağaç dikmek olsa!” demiş
Yüzyıllar boyu, köyde ağaç yetiştirilmesi konusu ile ilgili çalışmalar dışında, toplumun yararına yönelik olarak yapılmış olan hayır işlerini ve hizmetleri de, iki döneme ayırarak belirtmeye çalışalım.
1955 yılına kadar süre gelen birinci dönemde, bize kadar ulaşan temel belge niteliğinde kitabe taşlarındaki isimleriyle, çeşme kemerlerini yaptıran Hasan Şevki Efendi ve Türbeyi tamir ettiren Ali Efendi, köyde iz bırakan örnek kişilerin öncüleri sayılır. Öte yandan bu dönemde, başka hayır işleri yapanlar da vardır. Ancak bunların adları kitabe taşlarına yansımadığından kendileri de bizce meçhul kalmıştır.
1955' den 1990 sonuna kadar uzayan ikinci dönem ise, köyde yüz güldürücü bayındırlık girişimlerinin yoğunlaşıp gerçekleştirildiği yıllar olmuştur. Dernek eliyle yapılan ortak işler, günümüzde geçerli yapı tekniğine malzemesi kullanılarak kişilerin yaptıkları özel meskenler... Toprak damlı evlerin çatıya dönüştürülerek saçla kaplanması işleri... Çağımızın en önemli ihtiyacı sayılan elektrik ve telefona kavuşulması... Yolların arzu edilen bir düzeye ulaşması... gibi, köyün kalkınması ve çevreye tanıtılmasında iz bırakan aşamalar hep bu dönemin ürünleri oldu. Öte yandan, yine bu dönem boyunca, aşağıda isimleri sunulan kişilerin, yaptıkları hayır ve sevaba yönelik hizmet ve eserleriyle, köyün tarihinde ve turizme açılmasında silinmez izler bıraktılar.
- Uzun yıllar önce dağ başlarına gelip yerleşen, türlü olanaksızlıklar içinde geçimlerini sağlamak için doğayla kıyasıya savaşıp galip gelen iz bırakanlar.
- Kültür ve törelerini sürerek iz bırakanlar.
- İnanç merkezi olarak atalarının izinden gidip, yollarını doğru süren iz bırakanlar.
- Kendi birikimlerini ve duyduklarını gelecek kuşaklara aktarmak için kendi ölçüleriyle çalışan iz bırakanlar.
- Dünyadan gittikten sonra en az bir salyangoz kadar iz bırakmak için çalışanlar.
- Solup kaybolmadan, yitip gitmeden bir iz bırakanların cümlesine selam olsun.
Şimdi de bu kişileri, öz geçmişleri ve hizmetleriyle tanıyalım.
Kaynak : Yazı Mehmet ŞİMŞEK; Hıdır Abdal Sultan Ocağı İstanbul 1991
Site fotoğrafları (Hasan oğlu) Mustafa GÜLER ve anonim
- Anmelden, um Kommentare verfassen zu können