(1926-1991) MUSTAFA GÜRER

Babası Hocagilden Ahmet Efendi ile annesi Şehriban Hanımın 3. çocuğu olarak Erzincan’ın 1926’da Ocak Köyü’nde doğdu. 40 günlükken annesini,  6 yaşında babasını kaybetti. Ağabeyi Abidin Gürer ve “bibisi” Suna Gürer’in yanında büyüdü. 9 yaşında İstanbul’a geldi. İlköğretim yıllarından sonra 2. Dünya savaşının ağır şartları altında çocuk yaşlarında çalışmak mecburiyetinde kaldı. Dua kitapları satıcılığı, kavanozla turşuculuk ve işportacılık gibi çeşitli işler ile eve ekmek götürmeye çalıştı. 14 yaşında taşınan büyükleri ile beraber giderek Malatya dokuma fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı. Kısa zamanda işinde usta olduğu gibi fabrikanın boks takımına da girdi. Bir çok başarıya imza attı. Kilosundaki şampiyonlukları, Malatya birincilikleri nedeni ile çeşitli yıllarda bir çok madalya aldı.

Askerliğini yaptıktan sonra tekrar İstanbul’a geldi. Rum kökenli mobilya ustalarının yanında çıraklık yaparak mobilyacılığı öğrendi ve elinde sepet, cila malzemesi dükkan dükkan, ev ev dolaşıp mobilya cilaladı. Pratik zekasını kullanarak, “bir dükkan sahibini memnun edersem diğerleri de mobilyalarını bana cilalatır” diyerek kapalı çarşıyı kendisine ekmek kapısı edindi. Sebatkar ve dürüst çalışması, işini herkesten iyi ve çabuk yapması sayesinde bir çok kuyumcu dükkanının mobilya ve vitrinlerini o cilaladı. İlk büyük iş olarak da İstanbul belediye sarayının cila ihalesini kazandı. Sevinci sonsuzdu! Çünkü büyük olarak ilk işi olmasının yanında kazanacağı para ile evlenecekti ve ilk otomobilini alacaktı.

1952’de İnsaf Sabahat Erturan’la evlendi. Şengül Şehriban, Ali ve Cem adında 3 çocuk sahibi oldu. Ailesi ile gayet mesut ve mutlu olarak İstanbul’un mutena semtlerinde oturdu.  Gerek iş, gerek seyahat amacıyla dünyanın birçok yerine seyahatler yaptı. Dünyaya bakış açısı çok genişti. 1960’larda ilk cila atölyesini açtı. Aynı yıllarda Şişli’de resim çalışmalarına da bir hobi olarak başladı.

Çok çalışkandı, tembelliğine kızdığı ressam Muzaffer Bekem’e örnek olsun diye 1967 yılında ilk kişisel resim sergisini açtı. Eli çok açıktı, atölyesine gelen, neredeyse herkese, bir tablo hediye eden Mustafa Gürer 1997 yılında Erzincan’da, geliri, kaza geçirip maddi manevi kayıpları olan Erzincan spora kalacak, 4. Sergisini açacaktı. Eli açıklığının, yardım severliğinin herkes tarafından bilinmeyen bir örneği de, kimseye belli etmeden muhtaç olanlara yaptığı yüklü yardımlardı. Yardım konusunda gösterişi hiç sevmezdi. Ama ticari hayatta tuttuğunu koparır çok iyi reklam yapar, herkese planlı, programlı, sistemli çalışmayı önerirdi.

1960’larda cilacılık yaparken sehpa ve mobilya aksesuarlarını dışarıda yapıp satmaya başladı. Yıllar ilerledikçe mobilya imalatına da girdi. 1967’deki ilk mobilya atölyesi küçük bir markitöri atölyesi idi, sonra Şişli’deki atölye yavaş yavaş klasik mobilya atölyesine dönüştü. İtalya’dan getirdiği mobilya makineleri ile seri imalata başladı ve konusunda lider oldu; Şişli’deki atölye iş hacmine kafi gelmeyince önce Topkapı’da kiralık bir fabrikaya geçti. Kontraplak aplik imalatını, İtalyan preslerle, Türkiye’de ilk olarak o başlattı. Sonra hayalindeki fabrika ve teşhir binasını Avcılar’da inşa ederek klasik mobilya imalatına başladı. Kendisine destek olan çocuklarının da katkıları ile yapılan mamüller başta Arap ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesine ihraç edildi.

1976’da elim bir trafik kazasında büyük oğlu Ali Gürer’i kaybetti. Onun hatırasını yaşatmak için Gürer Ailesi, Özel Ali Gürer Müzesini halkın hizmetine açtı. Özel Ali Gürer Müzesi, Mustafa Gürer’in 1980’li yıllarındaki hayallerinin gerçekleşmesiyle 1994 yılı Ağustosunda 1. Hıdır Abdal Kültür etkinliği sırasında açıldı. Kaybettiği oğlunun anısına bu müzeyi halkın hizmetine sunarken bir köyde özel müze açarak bir ilke daha imza atmış oldu. Mustafa Gürer emeklilik yıllarını doğduğu Ocak Köyü’nde geçirmeye başladı. Evinde kurduğu atölyesi ve köy meydanındaki (gelen hatırlı misafirlere, köy adına, hediye edilmek üzere verilen tabloların durduğu) devamlı sergi yanında Hıdır Abdal Sultan Ocağı’nın eksiklerini tamamlamak ve güzelleştirmek için elinden gelen maddi ve manevi herşeyi yaptı. 1990’lı yıllarda yakalandığı amansız hastalıkla mücadelesine 1999 yılında yenik düşerek Hakka yürüdü. Hak, diğer geçmişlerimizle beraber ona da rahmet eyleye.