HIDIR ABDAL SULTAN’A VERİLEN DÜŞKÜNLER OCAĞI GÖREVİ

Pir Dergahında eğitimini gördükten sonra, nasibini ve icazetini alarak, bugünkü Ocak Köyü'nde tekkesini kuran Hıdır Abdal'a verilen "Düşkünleri Kaldırma Ocağı" görevinin, menkıbesi de şöyle anlatılır:

"Hacı bektaş Veli, halifelerine görevlerini bildirip, nasib'lerini verir, "oniki hizmet"i de, dağıtır. Pir'den nasib almak, yeni bir hayatın başlangıcı, yeni bir seferin ilk adımıdır. Görev dağıtımı sırasında huzurda bulunmayan Hıdır Abdal Sultan, Hz. Pir'e vardığında kendisine verilecek bir görev kalmadığını öğrenince mahzunlaşır. Hacı Bektaş'ın" niçin üzülürsün Ya Hıdır Abdal?" sorusunu "Gördüm ki, bana verilecek bir hizmet, kalmamış, ona üzülürüm" diye cevaplar. Hz. Pir, Hıdır Abdal'ın gönlünü şu sözleriyle feraha kavuşturur. "Gam çekme Ya Hıdır Abdal! sen bütün  ocakların başısın... Benden düşen, eli kaypan sana gele... Ancak, senden eli kaypanın da, Pir Dergah'ında derdine derman olmaya!... "

Sırası gelmişken "düşkünlük" konusuna biraz olsun değinelim. Düşkünlük, tarikat dilinde halkın suç işleyene karşı tam bir boykotudur. " Düşkün" ise, yol terbiyesine aykırı suçu işleyen kimseye verilen addır. Alevi-Bektaşi yolundan düşkünlük anlayışı, toplumsal bir yaptırım (yasa-müeyyide) olarak, Hacı Bektaş döneminden itibaren uygulanmaya başlamıştır. Bu nedenle düşkünlük, ibret veren toplumsal bir tedbir niteliği taşır. Talib, dede mürşid, kim olursa olsun, kötülüklerden kendi iradesiyle sakınacaktır. Hacı Bektaş Veli'nin   koyduğu "eline diline-beline" ilkesine uyacaktır. Bu asıldır. Ancak o kişi, kendisini kötülüklerden kurtaramamışsa yol gereği düşkün sayılırdı. Söz gelimi haksız olarak eşini boşamış veya adam öldürmüş veya ahlak kurallarını ihlal etmiş kişi, yasal cezanın dışında mensubu olduğu toplumun dışına atılarak, bir mikrop gibi soyutlanırdı. (Tecrit edilirdi)

Düşkün olan kişi ile kimse selamlaşmaz, konuşmaz, evine gidilmez, malı davarı komşularınkine katılamaz, bayramlarda bayramlaşılmaz, düğünlere çağırılmaz, kurban eti yiyemezdi.

Düşkün, suçunun ağırlık derecesine göre, çevresi ve ayin-i cem erenleri onun doğru yola yöneldiğine inandıkları takdirde, suçtan mağdur olanların zararını ödemek ve onların rızasını almak koşulu ile düşkünlükten kaldırılmakta ve topluma katılmasına yardım edilmekteydi.

Düşkün yapmada veya kaldırmada dede aracılığı gerekli olduğu gibi, işin kesin sonuca bağlanmasında, köy ve çevre halkının olurumu da şarttı. Bu rıza alınmadıkça, düşkünü kaldırma işlemi geçerli, olmayıp yol kuralına uygun değildi.

Böylece, yüzyıllar boyu "eline-diline-beline" ilkesini ömür boyu kendilerine bir uyarıcı ve rehber olarak kabul eden yol mensupları, kötü davranışlar, ve ahlak kurallarına uymayan hareketlerden çekindiklerinden toplumda Hacı Bektaş Veli'nin arzuladığı kardeşçe yaşamayı sağlamıştı.

Eskiler, "edep, erkan..." sözcüklerini sık sık kullanırlardı. Edebe aykırı her türlü davranış ve eylemleri işleyenlere iyi gözle bakmazlardı. Bu nedenle "düşkünlük" müessesesi, insanları kötü duruma düşme endişesiyle davranışlarında frenlemişti. Tarih boyunca Alevi-Bektaşi toplumunda ahlak kurallarına aykırı suçlara  ender rastlanmışsa, bunun nedenini," düşkünlük" konusuna bağlamak gerekir.

Kötülüklerin anası edepsizliktir. Bunun tersi de, insana; insanlığını yansıtan "edeb" tir. Hacı Bektaş'ın topluma önerdiği "eline-diline-beline" ilkesi de, edebin özünü oluşturur. Bu üç sözcüğün başındaki ilk harflerin birleşmesinden de "edeb" sözcüğünün oluştuğunu görürüz. İnsanın alnında bir pırlanta olan edebin önemini, erenlerden biri ne güzel dile getirmiştir.

Meclis-i İrfana girdim, eyledim herşey talep

Her hüner makbul amma, illla edep, illa edep

 

Kaynak : Yazı Mehmet ŞİMŞEK; Hıdır Abdal Sultan Ocağı İstanbul 1991

                Site fotoğrafları (Hasan oğlu) Mustafa GÜLER ve anonim

Etiketler